Yaşam

Geleceğin ‘en parlak yıldızlarını’ harcıyor muyuz?

16 Temmuz 2013

Eğitim dönemi çok kısa bir süre önce sona erdi ve pek çok öğrenci ‘kısa’ da olsa nefes alacakları bir döneme girdiler. Ama gerçekte öyle mi?

‘Tatile’ çıktığı varsayılan öğrencilerin pek çoğu aslında şu anda yaz okullarında / kamplarında, eğitim merkezlerinde, bir sonraki yıla hazırlanıyorlar. Yani pek de tatile çıkmış sayılmazlar! Üstüne üstlük veliler hem ‘iç huzuru’ açısından hem de mali açıdan öğrencilerden daha stresli durumdalar. Peki neden? İçgüdüsel davranış ve yönelimlerine bakarsak genellikle ailelerin ‘çocuklarının geleceği söz konusu olduğunda hiç hata yapmamaya’ eğilimli olduklarını söylemek yanlış olmaz. Bu yüzden öğretmenlerin tavsiyeleri aileler için gerçekten çok önemli ve eğer çocuklarının bir alanda zayıf olduğunu düşünüyorlarsa mutlaka bunu iyileştirmeye çalışıyorlar. Üç çocuk sahibi bir aile olarak eşimle kendimizi bu konuda sıkça sorguluyoruz ve şu sorunun cevabını bulmaya çalışıyoruz: “Çocuklarımızın zayıf yönlerini güçlendirmekle güçlü yanlarını pekiştirmek / beslemek arasındaki dengeyi nasıl bulabiliriz?”

İlginçtir, çoğu zaman bir çocuğun gerçek hayatta başarılı olmasını belirleyen unsurun ‘doğal yeteneği, zaten güçlü olduğu yanları ve kendi benzersiz düşünme biçimi’ olduğunu unutuyoruz.  Hayatta başarılı olmaları aslında sahip oldukları doğal yetenekler sayesinde mümkün olacak. Çok iyi bir satış elemanını ele alalım, bu kişinin okulda en iyi dereceleri almış olması veya çok iyi bir okuldan geliyor olması gerekmiyor. Aslında bu alanda başarılı olmak için genellikle doğuştan gelen ve müşterilerle anlaşmak açısından kendi benzersiz kişisel özelliklerini kullanan biri olmak yeterli oluyor.

Sorunları farklı açılardan ve perspektiflerden ele alabilen ve sorun çözme konusunda kendine özgü yöntemler kullanan insanlardan söz ediyoruz. Örneğin Siemens’te biz insanları yalnızca akademik derecelerine göre değerlendirmiyoruz, aradığımız şey daha çok ‘benzersiz yetenekleri, düşünme biçimleri, değerleri ve problemleri nasıl ele alıp çözdükleri’ oluyor. Peki, eğitim sistemimiz bunları bize öğretiyor mu? Maalesef mevcut eğitim sistemimiz bizleri mekanik düşünen, genellikle her şeyi olduğu gibi kabullenen ve derinlemesine düşünmeyen bireylere dönüştürüyor. Entelektüel olarak ilerleyen zaman içinde bu durum elbette değiştirilebilir fakat içeride bir yerde ‘eksik kalmış’ bir şeyler olacağı kesin.

Yalnızca Türkiye’de değil dünya genelinde de eğitim sistemi daha çok ‘belirgin ve alışılmış bilgiye dayalı eğitime’ odaklanıyor. Fakat artık ‘söylenmeden anlaşılan’ veya ‘sözle ifade edilemeyen’ (İngilizce deyimiyle ‘tacit), beceriye veya bilgiye dayalı bir sistem de mevcut. Bu terim felsefeye ilk olarak 1958 yılında Michael Polanyi tarafından, başyapıtı ‘Kişisel Bilgi – Personal Knowledge’ kitabı ile tanıtılmış oldu. Burada söz ettiğimiz şey yazılı ya da sözlü olarak basit bir şekilde başkalarına aktarılması güç olan,‘kişiye özgü’ bir bilgi ve düşünme yolu. Çocuklarımız aslında bizim farkında olduğumuzdan çok daha fazla şey biliyorlar ama bunu zaman baskısı altında ve geleneksel eğitim yöntemleriyle dile getirmekte güçlük çekiyorlar.

Öğretmenler ve aileler genellikle çocuklarının sahip olduğu bilgi ve yeteneklerden ya da bu bilgi ve yeteneklerin doğru geliştirilirse hem çocukların hem de toplumun geleceği için ne kadar değerli olabileceğinden haberdar değiller. İşte bu sebeple öğretmenlerimizin ve eğitim sistemimizin devrim niteliğinde bir değişime ihtiyacı var.

Eğitimin ve eğitimcilerin nihai hedefi, farklı düşünebilme becerisini’ düzeltilmesi gereken bir hata olarak değil bir ‘hediye’ olarak değerlendirip geleceğin vatandaşlarını buna uygun biçimde yetiştirmek olmalı…

Yorum yapılmamış

    Bir cevap yazın


    The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.