40 yıldır bünyesinde görev yaptığım Siemens, 160 yıldan uzun süredir insanlığın yaşam kalitesini yükseltme amacıyla teknolojik çözümler üreten yenilikçi bir teknoloji şirketi. Ve Siemens’in kuruluş dönemindeki kilit noktalardan biri de iletişim. Şirketimiz 1847 yılında Berlin’de kurulduğunda, iletişim icatlarında önde gelen markalardan biriydi. Örneğin, her ne kadar doğrudan bir Siemens icadı olmasa da, telgrafın ilk yıllardaki başarısında Siemens’in yenilikçi fikirlerinin de katkısı olmuştu.
Sadece Siemens bağlamında değil, kişisel tarihimde de iletişimin farklı bir yeri var benim için. Küçüklüğümde dedem, eski dönemlerin iletişim yöntemlerini âdeta masal gibi anlatırdı bana. Kulelerin tepesinden, güvercinler aracılığıyla, atlı veya yaya ulaklarla, çığırtkanlarla duyuruların yapıldığı zamanlara ilişkin pek çok hikâye dinlediğimi hatırlıyorum. Bu yüzden de iletişim, küçük yaşlarımdan bu yana benim için büyüleyici bir konu olmuştur.
Büyük dedelerimizin, büyükannelerimizin kuşağı, İstanbul’da haberlerin “çığırtkan” adı verilen kişiler vasıtasıyla duyurulduğunu, bu çığırtkanların padişah fermanlarını İstanbul sokaklarında “Duyduk duymadık demeyin!” diye bağırarak okuduğunu anlatır. Bu iletişim yöntemi ilk kez II. Mahmut tarafından, hükümetle halk arasındaki iletişimin sağlanması amacıyla kullanıldı. Daha sonra bu uygulama sokak pazarlarındaki satıcılar (tellallar) tarafından kullanılarak ekonomiye de taşındı. Elbette halk arasında yayılan her haber resmi kaynaklardan gelmiyordu. Haberlerin kaynağı ve niteliği daha o zamanlarda bile tartışmalı olabiliyordu; ancak insanlar bugün olduğu gibi bilgi denizinde boğulmuyordu.
Modern dünyada, hemen hemen sonsuz iletişim imkânları keşfettik. Telefonların, telsizlerin, cep telefonlarının ardından e-postaların da hayatımıza girişiyle, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş bir kaynak ve iletişim yöntemi bulmuş olduk. Çocuklarımız birbirine eşzamanlı olarak anlık iletiler gönderebiliyor, iPod’larını dinleyebiliyor, Facebook’ta iletişim kurabiliyor, videolar izleyebiliyor ve bu sırada “ödevlerini de yapabiliyor”.
Çocuklarımız neredeyse yürümeye bile başlamadan önce çevrimiçi faaliyetlerde bulunabildiğinden, bilim adamları gelecek neslin beyin yapısının farklı bir gelişim gösterebileceğini düşünüyor. İnternet tek başına, dünya üzerindeki en büyük kütüphaneyi parmaklarımızın ucuna taşımış durumda.
Kısacası, güvercinlerden ve ulaklardan bu yana dünya ve iletişim çok değişti. Bu değişim de bizleri “bilgi çağı” olarak adlandırabileceğimiz bambaşka bir döneme taşıdı. Bu dönemin özelliklerini de sonraki yazıda ele alalım.
Yorum yapılmamış