Kültür – Hüseyin Gelis https://gelis.org Fri, 25 Jan 2019 09:56:18 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.5 Sen mi Siz mi https://gelis.org/tr/2015/12/23/sen-mi-siz-mi/ https://gelis.org/tr/2015/12/23/sen-mi-siz-mi/#respond Wed, 23 Dec 2015 09:53:51 +0000 https://gelis.org/?p=558 Eskiden galiba hitap konusu çok da sorun olmuyordu. Aile içinde zaten alışılagelmiş hitaplar vardı. İş dünyasında ise, o dönemde benimsenen genel nezaket kuralları çerçevesinde, hiyerarşik yapıya bakılmaksızın çoğunlukla bireyler birbirlerine ”siz“ şeklinde hitap ediyordu. Zamanla kurallar esnedi ve ”sen“ devreye girdi.

Bu kez de bir ikilem gündeme geldi. Yaşça büyük ya da hiyerarşik açıdan üst seviyede yer alan yöneticiler, astlarına genellikle ”sen“ diye hitap ediyorlar. Buna karşın, astların üstlerine aynı şekilde hitap etmesi çok da yaygın değil. Elbette özellikle global şirketlerde hitaplar giderek esniyor ama yakın zamanda astların üstlere “sen” hitabı yaygınlaşacak gibi görünmüyor.

Bu hitap meselesini, özellikle de üstlerin astlara neden “sen” diye hitap ettiğini çevremdeki profesyonellere sorunca, “Samimi bir ortam oluşsun diye,” karşılığını aldım. Acaba gerekçemiz gerçekten bu mu, yoksa aslında “Sen konumunu bil,” demek mi istiyoruz? Yani yöneticiler olarak gençleri veya hiyerarşide farklı seviyedeki iş arkadaşlarımızı kendi seviyemizde görmüyor muyuz?

Hepimiz gençlere, farklılığa ve çeşitliliğe inandığımızı söylüyor, insan kaynağımızı sürekli teşvik edip destekliyoruz. Ama bu süreçte onlara hitabımızla farklı bir mesaj mı veriyoruz?

Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?

]]>
https://gelis.org/tr/2015/12/23/sen-mi-siz-mi/feed/ 0
Alman Şirketleri Türkiye’de Nasıl Başarılı Olabililer? https://gelis.org/tr/2014/01/14/alman-sirketleri-turkiyede-nasil-basarili-olabililer/ https://gelis.org/tr/2014/01/14/alman-sirketleri-turkiyede-nasil-basarili-olabililer/#respond Tue, 14 Jan 2014 16:08:54 +0000 https://gelis.org/?p=507 Türkiye’de ,“Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır” diye bir deyim vardır. Türkiye gibi bir ülkede, uzun vadeli ilişkiler hem sosyal yaşamda hem de iş dünyasında birinci derecede önemlidir. Bu yüzden Siemens, Türkiye’ye 150 yıldan daha uzun bir zaman önce gelmiş ve bir daha da buradan ayrılmamıştır. Siemens olarak, Türkiye’de artık, ‘Alman kökenli bir Türk şirketi’ şeklinde algılanıyoruz.

150 yıldan daha uzun bir zaman önce Türkiye’de faaliyete başladığı ilk zamanlardan bu yana, Siemens, pek çok kişinin yaşamına dokunmuş ve Türk endüstrisinin gelişim sürecindeki ayaklardan biri olmuştur. Siemens olarak, elektriğin Türkiye’ye taşınmasında; Osmanlı saraylarının aydınlatılmasında; evlere televizyon altyapısının getirilmesinde rol alan ilk şirketlerden biriyiz. Ayrıca, bundan tam olarak 100 yıl önce, 1913 yılında ilk tramvayı da Türkiye’ye biz getirdik. İronik olan, 100 yıl sonra, 2013 yılında ilk ‘çok yüksek hızlı treni’ de Türk hükümetine biz teslim ettik.

Doğu ile Batı arasında bir köprü olarak Türkiye, üretim yapmak ve hizmet sağlamak için oldukça cazip bir merkez. Dünyanın 16. büyük ekonomisi ve ayrıca AB Gümrük Birliği üyesi kimliği ile Türkiye, Alman şirketleri için büyük fırsatlar sunuyor. Türkiye’nin en büyük avantajlarından biri, yaklaşık 4,5 milyon kişilik genç iş gücü. Genç ve eğitimli iş gücü ülkenin büyük değerlerinden birini oluşturuyor. Bu genç güç, dinamik ve ayrıca ‘yeniliklere de açık.’

Türkiye’de, Doğu ve Batı kültürleri arasında hareket edebilen, kendine güvenli genç iş adamları ve iş kadınlarından oluşan yeni bir kuşak yetişiyor. Çeşitlilik konusu genç nüfusun yanı sıra başka pek çok boyuta da sahip. Ülkede büyük bir kadın mühendis ve avukat nüfusu var; ayrıca, proje yönetimlerinde yer alan ciddi sayıda kadın, önemli bir farklılaşma noktası. Türkiye’de başarılı olabilmenin temel faktörü, çeşitliliğe sahip entelektüel bir sermayeyi yarar sağlar hale getirmektir.

Hangi ülkede iş yaparsanız yapın kültürel boyutlar her zaman çok önemlidir. Pek çok ülkede aynı iş dünyası dilinin kullanılıyor olması, her yerde aynı iş kültürüne sahip olunduğu anlamına gelmez. Türkiye şu anda kendini yeniden keşfettiği bir dönüşüm sürecinden geçiyor ve geleceğe doğru kendine özgü yolunu arıyor. Batı, bu süreçte önemli bir kıstas, ancak özellikle Türkiye’deki yeni nesil, Doğu ve Batı kültürleri ve değerlerinin bir sentezi aracılığı ile kendi doğru yollarını bulmaya çalışıyor.

Türkler yapı olarak doğaldır, spontane davranırlar, heveslidirler ve risk almaya daima hazırdılar; strateji onlar için biraz daha ‘sonradan’ gelir. Bu Almanların alışık olduğu yoldan farklı olabilir, fakat bu durum, Türklere iş yapmada zaman ve hız avantajı sağlıyor. Alman şirketleri, önce stratejik riskleri değerlendirir, daha sonra gerçekten harekete geçerler. Bu sebeple, zaman zaman daha yavaş, daha tedbirli ve daha tereddütlü bir görüntü çizebiliyorlar. Tüm bunlar nedeniyle, güçlü yönleri, kültürleri ve değerleri kaynaştırmak, Türkiye gibi bir ülkede önyargılardan uzak biçimde başarılı olabilmek için önem taşıyor.

Siemens olarak 150 yıldan daha uzun bir süredir Türkiye’de faaliyet gösteriyoruz. Türkiye’de 3 üretim tesisi ve 3000 çalışanımızla, katma değerli üretime ve Ar-Ge’ye katkıda bulunuyor, ülke çapında servis ağı kurabiliyoruz. Benim için uzun vadeli başarımız Türkiye’deki iş kültürünü anlamaya, müşterilerimizin ve toplumun güvenini kazanmaya ve sürdürülebilirlik için sıkı bir şekilde çalışmaya dayanıyor. Buna ek olarak başarı, kendimize ve yaptığımız işe inanmak ve hedeflerimize ulaşmak için alışılagelmişin dışında düşünebilmek becerisinde de yatıyor.

Bir ülkede sürdürülebilirlik sağlayabilmek, aynı zamanda o ülkede topluma ne verdiğinizle de bağlantılı. Siemens olarak, Türk üniversitelerindeki başarılı öğrencilerin daha üst düzeyde eğitim almasına destek oluyoruz. Mühendislik disiplinlerindeki öğrencilere burs sağlarken, kadın öğrencilerle engellilere öncelik tanıyoruz. İstanbul’da kurduğumuz ‘Siemens Sanat’ merkezi ile genç sanatçıları destekliyor; ayrıca, genç opera sanatçılarının eğitimlerine Avrupa’da devam edebilmeleri için burslar sağlıyoruz. Bir yandan Türk endüstrisinin gelişimine tanıklık ederken bir yandan da ülkedeki kültürel gelişmelerin bir parçası olmaktan gururluyuz.

Uzun yıllardır Türkiye’de başarılı olabilmiş bir Alman şirketi olarak, Alman şirketlerine tavsiyemiz, Türkiye’de ‘sürdürülebilir iş gerçekleştirmeleri’. Türk ekonomisi son yıllarda daha açık ve liberal bir ekonomiye dönüştü ve iş yapmak da artık daha az bürokratik hale geldi. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede değişen iş dünyası iklimine zamanında ve yerinde aksiyonlarla uyum sağlamak çok önemli ki bu da ancak ‘sürdürülebilirlikle başarılabilir.

]]>
https://gelis.org/tr/2014/01/14/alman-sirketleri-turkiyede-nasil-basarili-olabililer/feed/ 0
Afiyet Olsun Bill Anderson! https://gelis.org/tr/2013/12/05/afiyet-olsun-bill-anderson/ https://gelis.org/tr/2013/12/05/afiyet-olsun-bill-anderson/#respond Thu, 05 Dec 2013 15:22:05 +0000 https://gelis.org/?p=987 ‘Yanlış anlama’ durumu, aynı kültüre sahip ve aynı dili konuşan insanlar arasında bile ne kadar kolay ortaya çıkabiliyor, hepimiz biliyoruz. Bunun bir de farklı kültürlere sahip ve başka diller konuşan insanlar arasında yaşandığını düşünün! Çok ciddi sonuçları olabileceği gibi, şimdi aktaracağım hikayede göreceğiniz üzere insanı gülümseten hoşluklara da neden olabiliyor. Müteveffa arkadaşım John D. Tumpane’nin yıllar önce benimle paylaştığı yaşanmış bir olayı aktarmak istiyorum sizlere. Bence kültürler ve diller arası farklılıkların yol açtığı yanlış anlamalara oldukça akılda kalıcı bir örnek:

AFİYET OLSUN

Bir Amerikalı, İstanbul’dan yola çıkıp Ege ve Akdeniz kıyılarına, Çanakkale, Truba, İzmir, Efes, Bodrum, Antalya, Tarsu ve İskenderun’a gidecek bir gemi seyahatine katılır. Yemeğe indiği ilk akşam, yemek salonundaki masasını çok seçkin, yaşlı bir Türk beyefendi ile paylaştığını görür. Masada ilk karşılaşmalarında yaşlı adam Amerikalı yolcuyu başı ile selamlar ve “Afiyet Olsun” der.

Yaşlı beyefendinin kendisini tanıttığını düşünen Amerikalı da şöyle cevap verir: “Bill Anderson”.

Sessizlik içinde yemeklerini yerler.

Ertesi gün sabah kahvaltısında da aynı şey olur. Önce, “Afiyet olsun”, sonra “Bill Anderson”. Bu, bundan sonraki tüm yemeklerinde aynı şekilde tekrar eder.

Amerikalı yolcu birkaç gün sonra İngilizce konuşan Türk bir çiftle tanışır ve onlara, her yemekten önce kendini tanıtma şeklindeki Türk adetinden bahseder. Kadın,  “Bizim böyle bir adetimiz yoktur. İsminin ne olduğunu söylüyordu?” diye sorar. Amerikalı da cevap verir: “Afiyet Olsun”. Bunu duyan kadın güler ve bunun İngilizce’de gerçekte ne anlama geldiğini açıklar.

Amerikalı yolcu bu deyimin anlamını öğrendiğine o kadar memnun olur ki yemekte aynı şeyi söyleyebilmek için akşamı iple çeker..

Akşam yemekte karşılaştıklarında başını iyice öne eğerek yaşlı adamı selamlar ve “Afiyet Olsun” der.

Nazikçe, “Bill Anderson” diyerek yanıtlar yaşlı adam…

– John D. Tumpane

]]>
https://gelis.org/tr/2013/12/05/afiyet-olsun-bill-anderson/feed/ 0
Silikon Vadisinin Kuluçka Makinesi “SOMAcentral” https://gelis.org/tr/2013/07/23/silikon-vadisinin-kulucka-makinesi-somacentral/ https://gelis.org/tr/2013/07/23/silikon-vadisinin-kulucka-makinesi-somacentral/#respond Tue, 23 Jul 2013 09:20:59 +0000 https://gelis.org/?p=628 Şu anda San Franscisco’nun en başarılı ‘kuluçkalama’ mekanı SOMAcentral’dayım. Burada kuluçka ‘fikirlerin geliştiği ve şirketlerin doğduğu’ ofisler anlamında kullanılıyor. Genç insanlar, yaratıcı bir ortamda rüyalarını gerçekleştirebilmek için bu ofisleri kiralayarak yeni fikir ve buluşlar üzerinde çalışıyor.

Kuluçka olarak adlandırılan bu yerleşim yerleri ofis alanlarının dışında yönetim danışmanlığı, hukuk ve muhasebe servisleri gibi her türden hizmeti sağlayabiliyor. Bu liste böyle uzayıp gidiyor. Fakat beni en çok büyüleyen şey yeni girişimlerin çeşitliliği oldu. Hepsi Amerika’da gerçekleştirilmiş, hem günlük hayatımız hem de kurumlar için geliştirilmiş ürünler, çözümler, aklınıza gelebilecek her türlü hizmet için yepyeni fikirler.. Hepsinin ortak noktası da interneti ve sosyal medyayı ‘bel kemiği’ olarak kullanmış olmaları.

SOMAcentral’ın içinde dolaşırken İngilizce dışında İtalyanca, İspanyolca, Türkçe, Fransızca, Rusça, pek çok dilden konuşma duyabiliyorum. Burada, tüm dünya ile güçlü kültürel bağları bulunan San Francisco merkezli küresel bir topluluk var. Burada çeşitlilik var, yepyeni fikirler var ve harika bir ortamda rüyalarını gerçekleştiren pırıl pırıl gençler var.

Şunu söyleyebilirim: Eğer San Francisco körfezinde yaşıyorsanız bir ‘rüyanız’ olması ‘çok iyi bir şey’…

]]>
https://gelis.org/tr/2013/07/23/silikon-vadisinin-kulucka-makinesi-somacentral/feed/ 0
Kariyerimdeki Dönüm Noktaları https://gelis.org/tr/2013/06/28/kariyerimdeki-donum-noktalari/ https://gelis.org/tr/2013/06/28/kariyerimdeki-donum-noktalari/#respond Fri, 28 Jun 2013 08:56:54 +0000 https://gelis.org/?p=1092 İş hayatıma Siemens’te başladığımda Siemens 129 yıllık tarihçesi bulunan ve 100’den fazla ülkede faaliyet gösteren küresel bir şirketti. O zamanlar bugün olduğu gibi öyle herkesin telefon hattı yoktu. Ancak belli pozisyonlardaki çalışanlara verilen telefonlar vardı. Henüz internet veya faks yoktu ve kullandığımız en yaygın iletişim aracı da Siemens’in T1000 model Teleprinter’ları idi. Yine de bu durum, şirketin dünya çapında faaliyet gösteren büyük bir ağ olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Ben de bu ağın nasıl olup da tam bir uyum içerisinde çalıştığını merak ediyordum. Başka ülkelerde çalışma isteğim buradan başladı. Beni her zaman büyüleyen bir kavram olarak ‘yeni’ye ve bilmediğimi öğrenmeye bitmek bilmez bir merak duydum. Hayatımı ‘devingen’ tutan kişisel özelliğim hep ‘yeni’ye ya da başka bir deyişle ‘yabancı olana, bilinmeyene’ duyduğum bu merak” oldu. Örneğin bugün sosyal medyanın yeni bir kavram olarak hayatımızı ve sosyal sistemi değiştirmesini ve muhtemelen tüm gelecek nesilleri de etkileyecek olmasını çok çarpıcı buluyorum. ‘Yeni’ye duyduğum bu merak, Almanya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşmemi hayatımı değiştiren en önemli dönüm noktası yaptı.

Kabul etmeliyim ki, içinde yetiştiğim ve genelde her şeye kuşkuculukla yaklaşan Türk ve Alman kültürlerinden sonra, her yeni fikri ‘bu harika’ diyerek ve önyargısız biçimde karşılayan Amerikan yaşam tarzı başlangıçta bana çok ‘yüzeysel’ görünmüştü. Fakat fikirlere öncelikle ‘pozitif’ten yaklaşmanın başka bir bakış açısı olduğunu sonradan anladım. Özellikle Silikon Vadisi’nde bizzat yaşadığım şey, insanların yeni fikirleri dinlemeye ve bunun da ötesinde bu fikirlere yatırım yapmaya istekli olmasıydı. Muhtemelen ‘çeşitlilik’ olgusuna farklı bir boyutta ilk temasım da bu şekilde oldu. Fark ettim ki biz insanlar, farklı ülkelerde ve fonksiyonlarda çalışırken çok daha fazla şeyi değiştirebilir, şekillendirebiliriz. Daha da önemlisi yeni bakış açıları geliştirmeye daha açık oluruz. Bu benim için iş hayatımı şekillendiren en önemli dönüm noktasıydı diyebilirim. Ama yalnızca bu değil.

3 çocuğumuzla beraber Hindistan’a taşındığımızda bu defa hem benim hem ailemin hayatında önemli bir değişimle karşı karşıya kaldık. Sosyal ayrımların bu kadar keskin ve görünür olduğu bir toplumda daha önce hiç yaşamamıştık. Çocuklarımın, yaşam tarzlarının bir sonucu olarak esneklikten uzak ve çok yoksul bir halkın görüntüleriyle karşılaşacak olması beni endişelendirmişti. Hatta itiraf etmeliyim, çocukların Hindistan’daki gerçek yaşamla şok olmamaları için acaba arabanın camlarını koyu renk perdelerle kapatsak mı diye düşünmedim değil. Tabii bunu yapmadık ve çocukların, içinde yaşadıkları toplumla, etraflarında ne olup bittiğiyle yüzleşmelerine izin verdik. Bize sürekli farklı konularda sorular sordular, biz de durumu değiştirmeden, olduğu gibi açıkladık. Bir yıl sonra evimize gelen konuklara Hindistan’daki halkın yaşamıyla ilgili durum hakkında empati ve hoşgörü ile açıklama yapmaya başlayanlar bu kez çocuklarımız oldu.

Yine öğrendiğimiz başka bir şaşırtıcı durum da Hindistan’daki kast sisteminin, hem ‘Dokunulmazlar’ denen ayrıcalıklı grubu, hem de aslında Hint toplumunun tabanını oluşturan ‘insancıllık ve hoşgörü’ algısını doğurmuş olmasıydı. Aylık maaşı belki 100 dolar olan şoförümün, haftada bir gün, kendi mahallesindeki yoksullar evine koca bir tencere mercimek çorbası götürdüğünü öğrendiğimde kendisi bundan mahcubiyet duymuştu. Çünkü ona göre bu tür şeylerin sessiz sedasız yapılması gerekiyordu. Şunu fark ettim ki, önemli olan yaptığınız katkının miktarı değil, asıl önemli olan ve sistemi hayatta tutan, kitlelerin içindeki bireylerin, mütevazı bir biçimde ve küçük de olsa katkı vermeye devam ediyor olması. Hindistan deneyimi farklı birçok açıdan benim hayatımda ayrı bir yer tutar.

Son olarak, içinde bulunduğunuz ortamda ‘farklı’ olmanın, toplumun sizin için öngördüğü rolleri olduğu gibi kabul etmeniz sonucunu getirmediği konusuna değinmek istiyorum, ki bu da, kendim de dâhil pek çok insan için hayatın önemli dönüm noktalarından biri bence. Benim örneğim okul yıllarıma dayanır. Dedemin daha 1924’te yurt dışına yerleşmiş olması nedeniyle yabancı bir toplumda yaşamanın ne demek olduğunu iyi biliyordum. Belki okulda ‘Alman’ olmayan bir çocuktum ama bu benim için hiçbir zaman sorun olmadı çünkü önümde çok çarpıcı bir örnek vardı: Fiziksel engellerine meydan okuyan ve kendini olduğu gibi kabul ettirmeyi başaran engelli bir okul arkadaşım. Bu arkadaşım, fiziksel durumu nedeniyle kendisine tabiri caizse ‘biçilen’ rolleri hiçbir şekilde kabul etmediği gibi, kendisini bu yönüyle ‘farklı’ olarak kabul ettirip zorlukların üstesinden geliyordu. Bununla da kalmıyor, farklılıklarıyla içinde bulunduğu ortamda ‘parlıyordu’. Bu durum bana, mevcut farklılıklarınızın sizi aslında benzersiz yapabileceği ve ayrıca ön plana taşıyabileceğini gösteren en çarpıcı örneklerden biridir. Başkalarından ‘farklı’ olan yönlerinizi olduğu gibi kabul edebildiğinizde, bunun sizin için aynı zamanda bir şans olabileceğini de kabul etmiş olursunuz. Böyle bir arkadaşa sahip olmayı da yalnızca iş hayatım için değil, tüm hayatım için önemli dönüm noktalarından biri sayıyorum.

]]>
https://gelis.org/tr/2013/06/28/kariyerimdeki-donum-noktalari/feed/ 0