Yaşam – Hüseyin Gelis https://gelis.org Fri, 25 Jan 2019 09:56:18 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.5.5 Kulaklarımız çınlıyor, hiç kimse bizi anmıyor! https://gelis.org/tr/2015/12/02/kulaklarimiz-cinliyor-hic-kimse-bizi-anmiyor/ https://gelis.org/tr/2015/12/02/kulaklarimiz-cinliyor-hic-kimse-bizi-anmiyor/#respond Wed, 02 Dec 2015 09:34:05 +0000 https://gelis.org/?p=801 Kültürümüzde kulak çınlaması ile başka birinin bizi anması arasında bağlantı kurarız. Halbuki kulak çınlaması dikkat edilmezse, bazılarında bir hastalık veya semptom olarak kendini gösterebilir.

Evet … hep yeni kelimeler öğreniyoruz. “Tinnitus” kelimesi de son zamanlarda tıp dilinde karşımıza çıkmaktadır. Tinnitus’ lu hastaların aslında dünyada hızla arttığını ve bu hastalığın bitmeyen bir kulak çınlaması olduğunu söylemek mümkün.

Kulaktaki bu çınlama bende de birkaç yıl evvel başlayan ve hiç son bulmayan bir kulak hışırtısı şeklindedir. Bazı kişilerde aşırı rahatsızlığa sebebiyet verir. Bu konuda şanslı olduğumu düşünüyorum. Çünkü disiplin ile Tinnitus’la yaşamayı öğrenmek mümkün. Bu konuda Türkiye’de başarılı bir şekilde çalışmalarını sürdüren Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Odyoloji Bölümü Sayın Prof. Dr. Songül Aksoy’un bir yazısını paylaşıyorum. [Prof. Dr. Songül Aksoy – Tinnitus] Tinnitus’u daha iyi anlamamız lazım.

Evet kulaklarımız çınlayabilir fakat sebebi hakikatten bizi ananlar mıdır? Bu konuda tecrübesi olan ve paylaşımda bulunmak isteyen var mı?

]]>
https://gelis.org/tr/2015/12/02/kulaklarimiz-cinliyor-hic-kimse-bizi-anmiyor/feed/ 0
“Hayır” cevabına karşı duyulan korku… https://gelis.org/tr/2014/09/03/hayir-cevabina-karsi-duyulan-korku-2/ https://gelis.org/tr/2014/09/03/hayir-cevabina-karsi-duyulan-korku-2/#respond Wed, 03 Sep 2014 13:58:09 +0000 https://gelis.org/?p=972 “Özgürlük “hayır” cevabıyla birlikte başlar!”

Hafta sonunda bir alışveriş merkezinde kasa sırasında bekliyordum. Bir anne çocuğunu yemek yemesi için binbir zahmetle ikna etmeye çalışıyordu. Dilsel yetenekleri yeni yeni gelişmeye başlayan çocuk birdenbire tüm gücüyle “HAYIR” dedi. Annenin gösterdiği tepkiye bakılırsa bu, küçük çocuğun verdiği ilk HAYIR cevabı idi. Bir anda çocuğun dudakları büzüştü (başkaldırı davranışı) ve annenin ağzı açık kaldı (şaşkınlık). O anda anne ile çocuk arasındaki ilişki yeni bir boyut kazandı. Benim için ilginç bir gözlem olduğunu söylemeliyim.

Martin Luther (1453-1546), her özgürleşmenin “hayır” cevabıyla birlikte başladığını dile getirmiştir. “Hayır”la başlayan bu özgürleşmeye saygı duyulması ve özen gösterilmesi gerekir. Aslında bu gereklilik sadece ebeveynler ile çocuklar arasındaki ilişki için söz konusu değildir. Bu noktada biraz düşünelim: Toplumuzda ve çevremizde “hayır” cevabına nasıl tepki veriyoruz?

Öncelikle şunu belirtmem gerek: Biz toplum olarak “hayır” cevabını genellikle bir tehlike gibi algılıyoruz. Halbuki tek bir düşünce biçimine bağlı kalmak istemeyen, yeniliğe ve gelişime açık tüm bireyler için, “hayır” cevabına yapıcı biçimde yaklaşan bir bakış açısına ihtiyacımız var.  Yeniliğe açık olmak doğuştan gelen bir özelliktir. Bu sebeple hiyerarşik ilişkilerde, arkadaşlıklarda, hatta aşk ilişkilerinde bile itirazlara tahammül edebilmesi gerekir. “Hayır“ cevabına karşı duyulan korku genellikle, hayata karşı kendini yetersiz hissedenlerde ve kendi dünya görüşlerine sığınıp yeni olanı fark etmeyenlerde görülen bir güven sorunu  izlenimi bırakabilir.

Fransız diplomat, direnişçi ve yazar Stéphane Hessel’in dediği gibi; “Hayır” cevabına yapıcı bir şekilde yaklaşarak ne kadar karmaşık olursa olsun yarının dünyasını hep birlikte tasarlamaya yönelik asli görevimizi ifa edebilir, ortaya çıkmak isteyen ‘yeni” şeylerin gün yüzüne çıkmasına imkan verebiliriz.

]]>
https://gelis.org/tr/2014/09/03/hayir-cevabina-karsi-duyulan-korku-2/feed/ 0
Yanlış anlaşılmalar veya “Mutsuzluğun Rehberi” https://gelis.org/tr/2014/01/09/yanlis-anlasilmalar-veya-mutsuzlugun-rehberi/ https://gelis.org/tr/2014/01/09/yanlis-anlasilmalar-veya-mutsuzlugun-rehberi/#respond Thu, 09 Jan 2014 15:15:09 +0000 https://gelis.org/?p=982 Her Cumartesi sabahı annemi ziyaret edip birlikte kahvaltı yapmaya ve onunla sohbet etmeye gayret ederim. Son ziyaretimde annem bana, komşusunun kendisini o gün ‘her zamanki gibi’ selamlamadığını söyledi. Neden böyle davrandığı konusunda da kendine özgü bir açıklaması vardı. Konuyu biraz tartıştık. Bu tartışma bana gerek aile içerisinde, gerekse özel ilişkilerimizde veya iş dünyasında yanlış anlamalara ne kadar kolay yol açabileceğimizi hatırlattı. Gereksiz ve can sıkıcı konulara kafa yorma ve kritik anlarda yanlış yorumlarda bulunmanın sadece Türk kültürüne has bir özellik olduğunu söylemek adil olmaz .Biz insanlar bir yüz ifadesi veya herhangi bir kelimeden hareketle insanların aklından geçenleri okuyabileceğimize inanan bir eğilime sahibiz. Bu konuyla ilgili kısa bir anekdotumu paylaşmak isterim.
Uzun yıllar önce, toplamda 12 sene yaşamış olduğum Kalifornia Palo Alto’da Paul Watzlawick’le tanışmıştım. Kendisinin ‘nasıl mutsuz olunacağına dair’ öğütleri bu tür anları çok iyi bir mizahi yaklaşımla yansıtıyor.

Çekiçli hikâye
Adamın biri duvara bir resim asmak istiyordu. Çivisi vardı ancak çekici yoktu. Ama komşusunun bir çekici vardı. Adamımız bu yüzden komşusuna gidip çekici ödünç istemeye karar verdi. Karar vermesine verdi fakat şüpheye de düştü: Ya komşusu çekici vermek istemezse? Komşu, daha dün şöyle üstünkörü selam vermemiş miydi kendisine? Belki acelesi vardı, belki de yoktu da acelesi varmış gibi yaptı. Ya da belki de kendisine karşı olumsuz duygular besliyordu. İyi ama neden? Ona hiçbir şey yapmamıştı ki! Kuruntular içerisindeydi. Başkası kendisinden böyle bir şey istese hemen verirdi. Peki, komşusu neden böyle yapmıyordu? İnsan komşusunun bu kadar basit bir ricasını nasıl olur da geri çevirebilirdi? Evet evet, bunun gibi adamlar insana hayatı zehir eder. Ondan sonra da kalkar, ona muhtaç olduğunu zanneder! Artık sabrı gerçekten taşmıştı. Bir hışımla komşusuna gitti, kapıyı çaldı. Komşu kapıyı açtı ve daha günaydın demeye fırsat bulamadan adamımız bağırarak şöyle dedi: “Çekiç sende kalsın, görgüsüz, kaba adam!”

]]>
https://gelis.org/tr/2014/01/09/yanlis-anlasilmalar-veya-mutsuzlugun-rehberi/feed/ 0
Bir expat’ın deneyimleri https://gelis.org/tr/2013/11/22/bir-expatin-deneyimleri/ https://gelis.org/tr/2013/11/22/bir-expatin-deneyimleri/#respond Fri, 22 Nov 2013 07:54:01 +0000 https://gelis.org/?p=520 Pek çoğunuz bir expat (yabancı bir ülkede çalışan) olarak evinizden uzakta yaşıyorsunuz ve her expat’ın hayatı farklı boyutlar içeriyor. Sizinle, Hindistan’da yaşadığım tecrübeleri paylaşmak istiyorum. Bu yazı aslında 10 yıl önce yayınlanmıştı ama hâlâ pek çok açıdan geçerliliğini koruyor.

Hindistan’da yaşayan bir expat’ın deneyimleri

Yetenekli insanlarına ve canlı iş dünyasına rağmen Hindistan, “siyasi” değil, “ekonomik” bakış açısına odaklanmadığı sürece gelişmekte olan bir ülke olarak kalabilir.

Egzotik, Benzersiz ve Çeşitli! Bu renkli ülkeye gitmeden önce zihnimdeki Hindistan imajı buydu. Bu imaj Hemingway’in “Hindistan, binlerce Tanrının, Dinin ve dilin ülkesi” yazısını okuduktan sonra daha da güçlenmişti. Ve her geçen gün bu düşüncem biraz daha yoğunlaştı. Hindistan ve Hintliler geçmişi, bugünü ve geleceği beraberlerinde taşımak gibi benzersiz bir özelliğe sahip. Eski Hindistan, bugünün modern Hindistan’ıyla bir arada var oluyor ve çok güzel bir şekilde harmanlanıyor. Ve tıpkı ülkenin kendisi gibi, Hint kültürünün her bir unsuru da hiç bitmeyen bir özümseme ve benimseme sürecinin bir ifadesi.

Ve bu da tanıklık etmesi son derece ilginç bir deneyim.

Hindistan’a ilk gittiğimde ortam, kültürel çeşitliliği ve farklı aksanlar nedeniyle biraz bunaltıcı gelmişti; hatta iş terminolojisi bile tüm dünyada kullanılandan farklıydı. Ama insanlar anlatmak için uğraşıyor, yardımcı oluyorlardı; böylece anlamak ve bağ kurmak yavaş yavaş kolaylaştı. Hindistan’a uyum sağlamam yaklaşık 6 ay sürdü. Yerleşme döneminden sonra ise asla kaçırmak istemeyeceğiniz harika bir öğrenme deneyimine dönüştü.

Hindistan gelişmekte olan bir ülke olarak görülüyor ama iş yapış biçiminin temelleri tüm dünyayla aynı. Ancak zaman zaman Hindistan’ı farklı kılan özellik, çok ince detaylara girmekten kaynaklanan ağır tempo. Bu sırada ana hedef dağılıyor ve pek çok parçalanmış seçenek üzerinde çok fazla düşünülüyor. Bürokrasi, İngilizlerin Hindistan’a hakim olduğu günlerden kalma bir miras. İş yapış tarzında bu kültü hâlâ egemen ama eminim genç kuşaklar daha profesyonel ve etkili şekilde çalışarak bunu değiştireceklerdir.

Daha resmi olan Avrupa’yla karşılaştırıldığında, Hindistan’daki iş yapış şekli daha kişisel, çünkü pek çok aile şirketi var. Atmosfer daha rahat ve insanlar kendilerini ifade etmek istiyorlar, kişisel görüşlerinde ısrarcı davranıyorlar. Bunu demokratik bir süreç olarak görebilirsiniz. Ama Hindistan’da ekibin/organizasyonun lideri, Avrupa’dakinden daha korumacı bir rol oynuyor. Dolayısıyla da insanlar, işi istenen şekilde yaptıklarından emin olmak için tekrar tekrar ‘kontrol etme’ eğilimindeler. Bu sistem, unvanların ve statülerin göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir rol oynadığı, katı bir hiyerarşi modelinin doğmasına neden olmuş.

Ben özellikle Hindistan’daki gençlerin çok profesyonel, çok hedef odaklı olduklarını ve hem kendilerinden hem de çevrelerinden çok şey beklediklerini düşünüyorum. Yeni nesil Batı kültürüyle çok içli dışlı olsa da Hintli tarzlarından çok gurur duyuyorlar. Batı kültürünü körü körüne kabullenmiyorlar, onun yerine Batı’nın ve kendi kültürlerinin karışımı olan yeni bir Hint tarzı yaratmış görünüyorlar.

Siemens’teki Hintli ekibimiz de bundan farklı değil. Kendilerini işlerine ve şirkete son derece fazla adıyorlar, inanılmaz derecede detay odaklılar ve kendilerine yüksek standartlar belirliyorlar. IT, finans ya da muhasebe alanlarındaki yetenekler dünyanın en iyileri arasında yer alıyor ve tüm dünya projelerinde bu yeteneklerle çalışmak istiyor.

Hindistan’ın uluslararası alanda daha fazla tanınmaya çalışması gerektiğini düşünüyorum.

Yazılım, donanım ya da bilişim alanında sunduklarının stratejik olarak “pazarlanması”, “Made in India” markasının oluşturulması gerekiyor.

Ama iş dünyası bunu tek başına yapamaz. Aynı zamanda hükümetin de bu konu üzerinde durması lazım. Odak noktasının siyaset değil, ekonomi olması gerekiyor. Hindistan, Avrupa Topluluğu gibi sınır-ötesi iş fırsatlarını keşfetmeli. Güçlü yanlarını, yani ‘Kohinoor’u, IT bilgisini ve yeteneklerini stratejik olarak “satmalı”. Komşularının enerji, finans ya da arka ofis yönetimi gibi konulardaki ihtiyaçlarını fark edecek “vizyonerler” geliştirerek elindeki hazineyi parlatması gerekiyor.

Altyapı eksiklikleri de ilgilenilmesi gereken sorunlardan biri. Hükümetin ve iş dünyasının toplumsal sorumlulukları da var. Yakın çevrenin sağlığı da dahil olmak üzere, kendi çevrelerine özen göstermek gibi açık sorumlulukları bulunuyor. Hükümet her sorunla tek başına ilgilenemez, herkesin katılımı gerekiyor. İnsanların ülkelerine yardım etme istekleri içlerinden gelmeli ve herkes bir diğerine örnek olmalı.

“Gerçek” Hindistan inanılmaz bir renkliliğe sahip; etrafta görülen yoksulluğa rağmen, insanlar yüzlerinde bir gülümseme ve vakarla yaşıyorlar. Bu da Hindistan deneyimini çok özel bir hale getiriyor ve mükemmel bir öğrenme fırsatı sunuyor.

]]>
https://gelis.org/tr/2013/11/22/bir-expatin-deneyimleri/feed/ 0
İyi mi? Kötü mü? https://gelis.org/tr/2013/08/13/iyi-mi-kotu-mu/ https://gelis.org/tr/2013/08/13/iyi-mi-kotu-mu/#respond Tue, 13 Aug 2013 10:58:30 +0000 https://gelis.org/?p=833 Bunca yıl ‘Omega 3 yararlıdır’ mesajını duyduktan sonra şimdi ‘Omega 3’ün aslında o kadar da yararlı olmayabileceğini’ öğreniyoruz. Yani bugün bizim için yararlı olan yarın ‘zararlı’ hale gelebilir. Tıp bilimi son yüzyılda yaşam süresinin uzatılması yolunda çok büyük mesafe katetti ancak şunu da hatırlamamız gerek: deneyler deneme yanılma demektir.

]]>
https://gelis.org/tr/2013/08/13/iyi-mi-kotu-mu/feed/ 0
Kariyerimdeki Dönüm Noktaları https://gelis.org/tr/2013/06/28/kariyerimdeki-donum-noktalari/ https://gelis.org/tr/2013/06/28/kariyerimdeki-donum-noktalari/#respond Fri, 28 Jun 2013 08:56:54 +0000 https://gelis.org/?p=1092 İş hayatıma Siemens’te başladığımda Siemens 129 yıllık tarihçesi bulunan ve 100’den fazla ülkede faaliyet gösteren küresel bir şirketti. O zamanlar bugün olduğu gibi öyle herkesin telefon hattı yoktu. Ancak belli pozisyonlardaki çalışanlara verilen telefonlar vardı. Henüz internet veya faks yoktu ve kullandığımız en yaygın iletişim aracı da Siemens’in T1000 model Teleprinter’ları idi. Yine de bu durum, şirketin dünya çapında faaliyet gösteren büyük bir ağ olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Ben de bu ağın nasıl olup da tam bir uyum içerisinde çalıştığını merak ediyordum. Başka ülkelerde çalışma isteğim buradan başladı. Beni her zaman büyüleyen bir kavram olarak ‘yeni’ye ve bilmediğimi öğrenmeye bitmek bilmez bir merak duydum. Hayatımı ‘devingen’ tutan kişisel özelliğim hep ‘yeni’ye ya da başka bir deyişle ‘yabancı olana, bilinmeyene’ duyduğum bu merak” oldu. Örneğin bugün sosyal medyanın yeni bir kavram olarak hayatımızı ve sosyal sistemi değiştirmesini ve muhtemelen tüm gelecek nesilleri de etkileyecek olmasını çok çarpıcı buluyorum. ‘Yeni’ye duyduğum bu merak, Almanya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşmemi hayatımı değiştiren en önemli dönüm noktası yaptı.

Kabul etmeliyim ki, içinde yetiştiğim ve genelde her şeye kuşkuculukla yaklaşan Türk ve Alman kültürlerinden sonra, her yeni fikri ‘bu harika’ diyerek ve önyargısız biçimde karşılayan Amerikan yaşam tarzı başlangıçta bana çok ‘yüzeysel’ görünmüştü. Fakat fikirlere öncelikle ‘pozitif’ten yaklaşmanın başka bir bakış açısı olduğunu sonradan anladım. Özellikle Silikon Vadisi’nde bizzat yaşadığım şey, insanların yeni fikirleri dinlemeye ve bunun da ötesinde bu fikirlere yatırım yapmaya istekli olmasıydı. Muhtemelen ‘çeşitlilik’ olgusuna farklı bir boyutta ilk temasım da bu şekilde oldu. Fark ettim ki biz insanlar, farklı ülkelerde ve fonksiyonlarda çalışırken çok daha fazla şeyi değiştirebilir, şekillendirebiliriz. Daha da önemlisi yeni bakış açıları geliştirmeye daha açık oluruz. Bu benim için iş hayatımı şekillendiren en önemli dönüm noktasıydı diyebilirim. Ama yalnızca bu değil.

3 çocuğumuzla beraber Hindistan’a taşındığımızda bu defa hem benim hem ailemin hayatında önemli bir değişimle karşı karşıya kaldık. Sosyal ayrımların bu kadar keskin ve görünür olduğu bir toplumda daha önce hiç yaşamamıştık. Çocuklarımın, yaşam tarzlarının bir sonucu olarak esneklikten uzak ve çok yoksul bir halkın görüntüleriyle karşılaşacak olması beni endişelendirmişti. Hatta itiraf etmeliyim, çocukların Hindistan’daki gerçek yaşamla şok olmamaları için acaba arabanın camlarını koyu renk perdelerle kapatsak mı diye düşünmedim değil. Tabii bunu yapmadık ve çocukların, içinde yaşadıkları toplumla, etraflarında ne olup bittiğiyle yüzleşmelerine izin verdik. Bize sürekli farklı konularda sorular sordular, biz de durumu değiştirmeden, olduğu gibi açıkladık. Bir yıl sonra evimize gelen konuklara Hindistan’daki halkın yaşamıyla ilgili durum hakkında empati ve hoşgörü ile açıklama yapmaya başlayanlar bu kez çocuklarımız oldu.

Yine öğrendiğimiz başka bir şaşırtıcı durum da Hindistan’daki kast sisteminin, hem ‘Dokunulmazlar’ denen ayrıcalıklı grubu, hem de aslında Hint toplumunun tabanını oluşturan ‘insancıllık ve hoşgörü’ algısını doğurmuş olmasıydı. Aylık maaşı belki 100 dolar olan şoförümün, haftada bir gün, kendi mahallesindeki yoksullar evine koca bir tencere mercimek çorbası götürdüğünü öğrendiğimde kendisi bundan mahcubiyet duymuştu. Çünkü ona göre bu tür şeylerin sessiz sedasız yapılması gerekiyordu. Şunu fark ettim ki, önemli olan yaptığınız katkının miktarı değil, asıl önemli olan ve sistemi hayatta tutan, kitlelerin içindeki bireylerin, mütevazı bir biçimde ve küçük de olsa katkı vermeye devam ediyor olması. Hindistan deneyimi farklı birçok açıdan benim hayatımda ayrı bir yer tutar.

Son olarak, içinde bulunduğunuz ortamda ‘farklı’ olmanın, toplumun sizin için öngördüğü rolleri olduğu gibi kabul etmeniz sonucunu getirmediği konusuna değinmek istiyorum, ki bu da, kendim de dâhil pek çok insan için hayatın önemli dönüm noktalarından biri bence. Benim örneğim okul yıllarıma dayanır. Dedemin daha 1924’te yurt dışına yerleşmiş olması nedeniyle yabancı bir toplumda yaşamanın ne demek olduğunu iyi biliyordum. Belki okulda ‘Alman’ olmayan bir çocuktum ama bu benim için hiçbir zaman sorun olmadı çünkü önümde çok çarpıcı bir örnek vardı: Fiziksel engellerine meydan okuyan ve kendini olduğu gibi kabul ettirmeyi başaran engelli bir okul arkadaşım. Bu arkadaşım, fiziksel durumu nedeniyle kendisine tabiri caizse ‘biçilen’ rolleri hiçbir şekilde kabul etmediği gibi, kendisini bu yönüyle ‘farklı’ olarak kabul ettirip zorlukların üstesinden geliyordu. Bununla da kalmıyor, farklılıklarıyla içinde bulunduğu ortamda ‘parlıyordu’. Bu durum bana, mevcut farklılıklarınızın sizi aslında benzersiz yapabileceği ve ayrıca ön plana taşıyabileceğini gösteren en çarpıcı örneklerden biridir. Başkalarından ‘farklı’ olan yönlerinizi olduğu gibi kabul edebildiğinizde, bunun sizin için aynı zamanda bir şans olabileceğini de kabul etmiş olursunuz. Böyle bir arkadaşa sahip olmayı da yalnızca iş hayatım için değil, tüm hayatım için önemli dönüm noktalarından biri sayıyorum.

]]>
https://gelis.org/tr/2013/06/28/kariyerimdeki-donum-noktalari/feed/ 0